Paris’te Yemek


Bugeaud Bulvar’ında hızlı adımlarla yürüyoruz, haftalar öncesinden ayarlanmış bu özel randevunun hayaliyle gün içinde çok fazla bir şey yemediğimiz için karnımız zil çalıyor. Geç kalmamak için adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Peki ama 16 numaralı bina nerede? Yanlış yolda olabilir miyiz? Ya da 16. bölgede bir başka Bugeaud Bulvarı var ve biz diğerinde mi dolanıp duruyouz? Tüm bunları düşünürken haritamıza bir kez daha göz atıyoruz. Ve evet! İşte orada…Altın renkli ferforje kapının üzerindeki siyah tentede yazan kelime dakikalardır gözümüzün aradığı yerin orası olduğunu anlamaya yetiyor: La table.

Burası toplamda 26 Michelin yıldızı alarak dünya çapında bir rekora sahip ünlü Fransız şef Joël Robuchon’un Paris’teki iki restoranından biri. Robuchon henüz 29 yaşındayken Paris’teki ünlü bir otelin mutfağında 90 aşçıdan oluşan bir ekibi yönetmiş. Yeni teknikleri araştırmak için dünyayı dolaşan ve vizyonunu daha da genişleten Robuchon, 10 yıl boyunca yaptığı TV sovuyla da Fransız yemek severleri basit ancak rafine tariflerle tanıştırmış.

Kapıdaki sıcak karşılamadan sonra, garsonlardan biri bize masamıza kadar eşlik ediyor. İçerisi koyu renk ahşap mobilyalar, dekorasyonda kullanılan siyah ve altın renklerle ilk bakışta biraz resmi bir havada olsa da bir kaç dakika içinde mekanın aslında rahat ve davetkar olduğunu düşünmeye başlıyoruz.

Anlamakta zorlandığım tek şey pek çok yabancı yemekseverin ziyaret etmesine rağmen menünün Fransızca dışında hiç bir dilde sunulmamasıydı. O nedenle restorana gitmeden önce kelime haznenize yeme içme alanından bir kaç Fransızca kelime eklemeniz faydalı olabilir. Ancak restoran çalışanlarının akıcı İngilizcesi menüdeki bu eksikliği çok hissetirmiyor size. Ne de olsa kimse sizden “le lieu jaune” in ne anlama geldiğini ezbere bilmenizi bekleyemez değil mi?

Siparişlerimizi verir vermez gurme yolculuğumuz bir kaç “amuse bouche” (damak hoşluğu şeklinde garip bir Türkçe karşılığı var ama mekanın size ikram ettiği bir kaç lokmalık yemek diyebiliriz) ve ardından gelen cappuccino bardağındaki parmesan krutonlu kuşkonmaz çorbasıyla başladı. Çorba o kadar lezizdi ki, bizi bekleyen yemeklerle ilgili sabırsızlığımız daha da arttı.

Bu muhteşem çorbanın hemen ardından bir başka güzellik bizi bekliyordu: kimyonlu patlıcan confit. Confit aslında daha çok etle (özellikle de ördek veya kaz) ve etin kendi yağında yavaşça pişirilip sonrasında yine kendi yağıyla üzerinin kapatılması ile yapılır ancak sebzeler söz konusu olduğunda genelde zeytinyağı, tereyağı, sirke veya şarapla uzun süre pişirilerek sebzenin suyunu tamamen kaybetmesi beklenir. Görüntüsüyle oldukça etkileyici olan bu yemeğin lezzeti kimyonun belirgin aromasıyla daha da zenginleşmişti.

Ana yemek olarak seçtiğim çipura altında körpe pırasa ve chorizoyla (domuz etinden yapılan bir nevi sucuk), üzerinde ise balık pulu şeklinde döşenmiş patateslerle pişirilmişti. Görüntüsündeki incelikle beni en baştan fetheden bu balık, tadındaki muhteşem dengeyle de midemi mutlu etti. Bu arada tahmin edebileceğiniz gibi mekanın kapsamlı bir şarap menüsü var ve kaliteli ancak fiyatı Fransa’dan bir dönüm bağ almaya denk gelmeyen uygun alternatifler de mevcut.

Sıra tatlıya gelince, benim favorim mis kokulu çileklerle servis edilen fesleğen sorbe oldu. Bu kadar taze ve hafif bir tatlıdan sonra tadı çok güzel olsa da çikolatalı kek ve dondurma biraz ağır geldi. Ancak peynir tabağı sonrasında bir tur daha tatlı yiyebilecek hale geldim ve pek tabii ki kahveyle birlikte gelen yumuşacık karamellere hayır diyemedim (kim diyebilirdi onu da bilmiyorum).

Yemek, ortam ve servis gibi tüm detayları düşündüğümüzde La Table’da alınacak ekstra kalorilere değeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten alacağınız kilo, cüzdanınızda hissedeceğiniz hafiflemeyle az da olsa dengelenecek.

Yemek için bir sonraki günkü seçimimiz, Paris’in son dönemde öne çıkan şeflerinden Franck Marchesi-Grandi’nin L’Agrume”si oldu. New York Times, yakın zamanda Paris’te kendi yarattıkları mutfak yaklaşımları ve uygun fiyatlarıyla öne çıkan şefleri konu aldığı makalede övgüyle bahsediyordu Franck Marchesi-Grandi’den.

Restoran küçük ve kapasitesi az olduğundan rezervasyon yaptırabilmek için biraz uğraşmam gerekti. Telefondaki genç kadın utana sıkıla eğer istersek mutfak tezgahının hemen önündeki yüksek tabureleri bize ayarlayabileceğini söylediğinde bizim için tüm restoranda bundan daha iyi bir yer teklif edemeyeceğini bilemezdi elbette.

Burası Paris’in 5. kısmında, daha az ziyaret edilen bir bölgede konuşlanmış bir bistro. Dışarıdan özel ya da dikkat çekici bir şey çarpmıyor göze ancak ilk adımı atar atmaz mekanın samimiyetini hissediyorsunuz özellikle soldaki açık mutfağı görünce. Mekanda çalışanlar o kadar tatlı ve nazikler ki insan burayı arkadaşına ait bir mekan olarak düşünmeye başlıyor hemen.

O sırada koca bir parça dana etini tavada mühürleyen şefimiz Franck’ e selam verip mutfağın hemen önündeki taburelerimize oturuyoruz, Eti fırına koyduktan hemen sonra da kendisiyle tanışıyoruz, o da diğerleri gibi son derece sıcak ve sempatik. Bu benim için en heyecan verici yemek tecrübelerinden biri, ne de olsa ısmarladığım her yemeğin hazırlanışına tanıklık edeceğim. Franck mutfakta tek başına her şeye yetişebilecek kadar organize ve yetenekli bir şef. Bir kaç dakika içinde gözümüzün önünde muhteşem tabaklar hazırlıyor.

Yemeğe gelecek olursak, sakız kabağı ve yeşil zeytinle birlikte servis edilen, suyunu hiç kaybetmeyecek şekilde yavaş yavaş pişmiş dana eti gecenin yıldızıydı. Poşe edilmiş dil balığının yanında gelen sote patlıcan ve mango ise gerçekten ilginç bir kombinasyon olmuştu. Finaldeki tatlı da bizden tam not aldı.Tanıdığımız ve bayıldığımız çilekli Napolyon tanıyamayacağımız bir halde tabakta önümüze gelince şaşırdık ancak tadı gerçekten akıl almazdı.

L’Agrume Paris’in yeme içme dünyasında rahat ancak sofistike yemekleriyle öne çıkan bir temsilci. İyi düşünülmüş, yaratıcı ve gereksiz süslerden arınmış yemekleriyle de damağınızda yer edecek bir alternatif. Yemeklerin kalitesi ve karşılığında ödediğiniz parayı göz önüne alınca uzun metro yolculuğuna kesinlikle değdiğini belirtmek isterim. Afiyet olsun!

, , , , , , ,

  1. #1 by zarpandit - November 9th, 2010 at 17:59

    kafamı duvarlara vuruyorum :) bu fotogarflar da nesi.. açımmmmm! :)

    not: izinsiz bir şekilde haber vermeden blogumuzda seni duyurmak istedik hani bu lezzeti herkes tatsın durumu..ama kabahatliysek özürdilemek isteriz..saygılar..

  2. #2 by Ozhan - November 28th, 2010 at 22:52

    Zarpandit, paylaşman kesinlikle kabahat değil tam tersine beni daha mutlu eder. Günün sonunda, tüm bu satırlar ve fotoğraflar daha fazla insana ulaşırsa verilen emek karşılığını bulmuş olur :)

  3. #3 by aysem - November 29th, 2010 at 18:34

    Çok güzel ve zarif…

  4. #4 by Ozhan - December 1st, 2010 at 00:03

    Teşekkürler Ayşem, bu zarif yorum için.

  5. #5 by dilek - December 21st, 2010 at 14:14

    Tanrım, blogunuzu tesadüfen buldum ve çıkamıyoruum!
    Fotoğraflar ve yazılar gerçekten harika! bir tatli sever ve paris sever olarak ikisinin bir arada olduğu yazılarınızı okurken daha da bir kendimden geçtim.
    çalışmalarınızın devamını dilerim.
    sevgiler.

  6. #6 by Ozhan - December 29th, 2010 at 11:50

    Dilek, bu güzel yoruma ne denir bilmiyorum, hiç çıkma lütfen bu blogdan:) Paris’le ilgili daha yeni eklemelerim de olacak ancak araya biraz daha tarif almak istediğim için mola verdim. Tarayıcının ayarıyla hiç oynama, yakında çok daha güzel şeyler yine bu mutfakta!

  7. #7 by sıla - August 31st, 2011 at 19:25

    parise gidip bu güzel yemeklerden yemek isterim bunları gerçekleştirebilmek için para biriktiriyorum

  8. #8 by tayfun - December 13th, 2011 at 03:36

    Kesinlikle hem yazılar hem resimler hemde site mükemmel ve aydınlatıcı.İnsanı heyecanlandırıyor.Derhal bu siteyi sık kullanılanlar bölümüne kayıt ediyorum.Harika bi iş çıkarmışsınız.

  9. #9 by Ozhan - January 14th, 2012 at 17:26

    Sıla, ben de çok istiyorum Paris’e yeniden gitmeyi. Bir süredir fırsat olmadı, resmen burnumda tütüyor o güzel pastalar ve yemekler.

  10. #10 by Ozhan - January 14th, 2012 at 17:50

    Teşekkürler Tayfun, beğenmeniz beni çok mutlu etti, umarım bundan sonra daha sık buluşuruz bu sayfalarda. sevgiler…

  11. #11 by ALI YILDIZ - March 3rd, 2012 at 01:34

    Harika Bir sunum ve tatlari da bence gorunusu kadar mukemmeldir.\

  12. #12 by Ozhan - March 5th, 2012 at 22:23

    Çok teşekkürler Ali, umarım bir gün yolunuz düştüğünde deneyimleme şansınız olur, gerçekten lezzetlilerdi çünkü.

(Sitede Yayınlanmayacak.)
  • Önceki Yazılar

    • Kestane-Rom Kremalı Rulo

    • Pancar Çorbası

    • Yeni Yıl Marshmallowları

    • Bir haftasonu kaçamağı: Alaçatı

    • Sebze Suyu

    • Kışa Veda Tartı

    • Mürver Çiçeği Kremalı Balkabaklı Whoopie Pay

    • Mimolet Peynirli ve Pestolu Krep

    • Paris’te Yemek Pişirmek

    • Muskatlı Patates Mücverleri Arasında Sote Edilmiş Pazı yaprakları

    • Zencefil ve Yeşil Elmalı Yeni Yıl Makaronları

    • Kağıtta Sebzeli Deniz Levreği

    • Güzel Haber!

    • Paris’te Yemek

    • Böğürtlen ve Zencefilli Sorbe