Bir haftasonu kaçamağı: Alaçatı


Saat öğleden sonra 2 civarı ve güneş hala tepede. Alaçatı’da nemli ve sıcak havada ellerim bir süredir arnavut kaldırımı yolda peşimde sürüklediğim bavulun sapına neredeyse yapışmış durumda. Bana telefonda verilen adres tariflerini telefonu kapatır kapatmaz unutmaya meyilli olmamın cezasını çekiyorum yine. En başta her şey aklımda çok netken birden bire sağdan mıydı yoksa soldan mı dönecektik sorusuyla kalakalırım sıklıkla ve o an aynı yerden ikinci kez geçtiğimi farkettiğim an olur her nedense. Telefonda biraz önce konuştuğum ve ”Tamam, tamam…Şimdi anladım neresi olduğunu…” dediğim kişiyi bir kez daha aramak ve sormak konusunda çok zorlandığım için de adresi kendim bulana kadar döner dururum (Bu galiba pek çok erkek için geçerli. Ve evet, çoğumuz gerçekten yol sorma özürlüyüz bunu da kabul etmek gerek sanırım).

Bu sefer de tekrar aramamak konusundaki kararlılığımı devam ettirdiğim için kaldırıma düşmüş bir top dondurma gibi sıcaktan eriyip yayılmamız an meselesiydi ancak bu tatilde şans yüzüme güldü ve karşıdaki mavi kapının üzerinde aradığımız otelin adını yakaladım etrafa göz gezdirirken. Bizi farkeden otelin sahipleri bahçedeki çardağın altından el sallayarak selamladılar.

Güzel bir sohbet ve muhteşem bir bardak limonata sayesinde 6 yaşındaki bir çocuk tarafından kabusa dönen uçak yolculuğunun yorgunluğunu atabildim.Çocuk, yol boyunca hiç durmadan, tekrar tekrar yüksek sesle 100′e kadar saydı. Hosteslerin ve pilotun tüm uyarılarına rağmen annesi de çocuğa müdahale edemedi. Daha doğrusu çocuğunun özgüveni kırılır diye müdahale etmek istemedi. Maalesef bazıları için çocuk yetiştirme anlayışı yeri geldiğinde diğer insanların hayatını sefil etmek üzerine kurulu olduğundan bizler uçaktan sinir küpü olarak inerken ana oğul özgüven dağının doruklarında gezinmeye devam ediyordu. 15-20 yıl içinde başımıza ne felaketler geleceğini varın siz düşünün.

Odamızda bir kaç saat dinlendikten sonra kendimizi muhteşem taş evlerle süslü Alaçatı sokaklarına attık. Burada her şey o kadar huzurlu ve sakin ki dolaşırken hep orada kalmak ve sürekli yaşamak istediğinizi farkediyorsunuz.

Gün içinde yapılabilecek en iyi aktivite deniz kenarında vakit geçirmek. Güneş yavaş yavaş kaybolduğunda ise, kalabalık, sahillerden Alaçatı’nın merkezine doğru harekete geçiyor. Her yer birbirinden şık butikler ve özenli dükkanlarla dolu. Tabii fiyatlar için iç açıcı demek oldukça zor ama bir şey almasanız bile etrafı gezmek iyi hissettiriyor.

Konu yeme içmeye gelince de Alaçatı’da seçenekler oldukça fazla. Restoranların pek çoğu Ege ve Akdeniz mutfağı ağırlıklı menüleri, sokağa taşan masaları, mumları, ferforje sandalyeleri, masa üzerlerinde taze çiçekleri ve birbiriyle uyumlu renklerde örtü ve peçeteleriyle oldukça özenliler. Özellikle sundukları yemeğin kalitesine de bu kadar özen gösteren yerlerde yemek ayrı bir keyif. Kabak çiçeği dolması gibi benim için olmazsa olmaz zeytinyağlılar sofraya gelmeden ana yemeğe geçmeme imkan yok. Hatta bıraksanız tüm mezelerden yiyip ana yemek yiyemeyecek hale gelebilirim kolayca. Bu sefer kavun üzerinde fırınlanmış vişneli köy peyniriyle başlayıp masada ne var ne yoksa sillip süpürüyoruz.

Butik otellerin çoğunda sunulan muhteşem kahvaltılardan söz etmeden de geçmek olmaz. Envai çeşit peynirin yanında gelen kokulu bahçe domateslerinin ve çıtır çıtır salatalıkların üzerine biraz sızma zeytinyağı ve bir dal taze kekik koyunca insanın gözü başka şey görmez oluyor. Tabii bardacık denilen minicik yeşil incirlerden yapılmış ev yapımı reçeli yemeden kahvaltı tamamlandı denebilir mi? Bence denemez, daha doğrusu denmemeli.

Taze baharatlar ise bambaşka bir hikaye, Cumartesi günü kurulan pazarda her türlü taze sebze meyvenin yanı sıra saksılar dolusu canlı çiçek, baharat ve fide bulmanız da mümkün. Kekiklerin kaç farklı çeşidi olduğunu sayamadan kendimizi bir satıcının tezgahı önünde kaybediyoruz. İki dakika içinde farklı kekikler, mercan köşk ve biberiye saksılarını yükleniyoruz, enginarlar ve kaya koruğu demetlerini söylemiyorum bile. Hatta bir ara üzeri sapsarı limonlarla dolu, büyükçe bir limon ağacına aşık olup satıcıyla pazarlığa girişiyoruz ki akıl alacak iş değil. Adamcağız gayet mantıklı bir soru sorup ”Peki ağacı nasıl taşıyacaksınız?” deyince uçağa bineceğimiz aklımıza geliyor ve utana sıkıla müstakbel limon ağacımızı oracıkta bırakıp otele yollanıyoruz.

Alaçatı her şeyiyle sizi orada sürekli kalmaya ikna eden yerlerden biri. İlk görüşte bunu hissediyor ve gayet bencilce, burası sadece size kalsın, kimse gelmesin, kalabalıklar uğramasın istiyorsunuz ama ne mümkün. Okullar kapanır kapanmaz Eylül ortasına kadar bu küçücük yere insan akını yaşanıyor. Bu aralar vaktiniz varsa Alaçatı’ya gitmek için en iyi zaman. Kısa bir haftasonu tatili, yavaş yavaş etkisini gösteren sonbahar havasını içinizden çıkarıp atmaya yeter de artar bile.

, , , ,

  1. #1 by özge - October 3rd, 2011 at 10:08

    özhan bey,

    sabah mail’ı açıp sizin yeni yazınızı görünce çok sevindim. uzun zamandır yazmamanız ufak bir endişe yarattı desem yalan olmaz.
    alaçatı’yı çok güzel anlatmışsınız. bende ağustos ayında alaçatı’da idim. mekan olarak güzel korunmuş tam kartpostallık bir yer. ama çeşme civarına gitmiş biri olarak sizden damla sakızlı bir tarifte bekleriz :)

    hoşgeldiniz.

  2. #2 by Ayfer Korkmaz - October 26th, 2011 at 01:49

    Çok güzel bir çalışma,sitenize tesadüfen rastladım ve çok beğendim.Umarım böyle çalışmaların devamı gelir…

  3. #3 by elçin - November 11th, 2011 at 14:32

    Merhabalar, ben de blogunuzu yeni keşfettim ama inşallah geç buldum, erken kaybettim demek zorunda kalmam ve yeni yazılarınızı okuma fırsatım olur. Sevgiler

  4. #4 by Selma – DUSBAHCESI - December 6th, 2011 at 17:53

    Ozhan, nerelerdesin?

  5. #5 by Ozhan - January 14th, 2012 at 17:36

    Ben de yeni bir yazı yayınlayabilince çok mutlu oluyorum Özge. Aslında benim de aklımda bir sakızlı tarif vardı ama denemelerimden çok memnun kalmadığım için daha sonra geliştirilmek üzere diye notumu düşüp, sadece gezi yazısıyla yetindim.

  6. #6 by Ozhan - January 14th, 2012 at 17:38

    Teşekkürler Ayfer, beğenmenize çok sevindim gerçekten.

  7. #7 by Ozhan - January 14th, 2012 at 17:40

    Merhaba Elçin, sıklığı değişse de ben yine bu mutfaktan bildirmeye devam edeceğim. Daha uzun süre bir aradayız, merak etme.

  8. #8 by Ozhan - January 14th, 2012 at 17:48

    Sorma Selma, her şeye yetişmeye çalışınca arada sağlık problemleri baş gösterebiliyor. o nedenle bir süre ara vermek durumunda kaldım, umarım yakında daha dengeli gidecek her şey.

(Sitede Yayınlanmayacak.)
  • Önceki Yazılar

    • Kestane-Rom Kremalı Rulo

    • Pancar Çorbası

    • Yeni Yıl Marshmallowları

    • Bir haftasonu kaçamağı: Alaçatı

    • Sebze Suyu

    • Kışa Veda Tartı

    • Mürver Çiçeği Kremalı Balkabaklı Whoopie Pay

    • Mimolet Peynirli ve Pestolu Krep

    • Paris’te Yemek Pişirmek

    • Muskatlı Patates Mücverleri Arasında Sote Edilmiş Pazı yaprakları

    • Zencefil ve Yeşil Elmalı Yeni Yıl Makaronları

    • Kağıtta Sebzeli Deniz Levreği

    • Güzel Haber!

    • Paris’te Yemek

    • Böğürtlen ve Zencefilli Sorbe