Paris’in Tatlı Durakları


En sonunda…Şimdi…Paris’teki lezzet duraklarımı anlatacağım, haftalar önce söz verdiğim gibi. Bir şekilde hep başka bir yazı konusu ya da vakit kaybetmeden paylaşmak istediğim başka bir tarif çıktığı için bir türlü yazamamıştım.(düzenlenmesi gereken yüzlerce gezi fotoğrafının da bu gecikmede etkisi olduğunu itiraf etmek gerek tabii).

Paris, ilk gördüğümden beri benim için Avrupa’nın en güzel şehri ve her yıl ne yapıp edip bir kaç gün geçirmek için fırsat kolladığım bir yer. Dilini pek fazla anlamasam da bir şekilde buradaki hayata çok bağlı hissediyorum kendimi. Sabahları erkenden kalkıp yakındaki bir fırından gelen kokuları takip ederek sıcacık bagetlerin, misler gibi tereyağı kokan kruvasanların izini sürmekten daha güzel ne olabilir? Parisliler ekmek ve pasta konusunda o kadar iyiler ki, bu kokulara dayanabilecek bir insan evladı olabileceğini de hiç sanmıyorum.

Yeme içmeye düşkün pek çokları gibi Paris benim için de tam anlamıyla bir cennet. Bu şehre geldiğimde gün boyu yediklerimin kaç bin kalori olduğunu asla düşünmem. Sağlıklı beslenme konseptini de tamamen camdan atarım. Sabahın erken saatlerinden başlayarak midem lezzetli olan her şeye açıktır. Bir parça güzel çikolata ya da leziz bir makaron için şehrin bir köşesinden öbürüne gitmeye de hiç üşenmem. Benim Paris ziyaretlerimi daha çok, damak zevki için kutsal yerlerin tavaf edildiği bir hac ziyareti gibi düşünmek yanlış olmaz.

Tipik bir gün güzel bir kahvaltıyla başlamalı, güzel kahvaltnın ön koşulu da tabii ki güzel bir Fransız ekmeği bulmak. Tam da bu noktada size Paris’in en meşhur (hatta belki de dünyanın demeliyim) ekmeğinden bahsetmeden geçmek olmaz; Poilane miche dedikleri Poilane ekmeği. Lionel Poilane bu tarifi yıllar süren çalışmalar sonunda, eski tip esmer Fransız ekmeğini yeniden keşfederek hayata geçirmiş. Eskiden değerli olan esmer ekmek Lionel Poilane tarafından baştan yaratılana kadar beyaz ekmekler karşısında çok itibar kaybetmiş. Soylular beyaz ekmeği tercih etmeye başlayınca esmer ekmek köylülere ait görülmüş, adeta horlanmış. Esmer ekmeğin iade-i itibarı da ancak Poilane ekmeğinin keşfi sonrasında gerçekleşebilmiş. Bu ekmek sadece dört temel malzemeyi (un, su, tuz ve maya) içermesine rağmen sırrı Polaine’in retro-inovatif yapım tekniğinde yatıyor (pek tabii ki nasıl yaptıkları aile sırrı). Taş değirmende çekilmiş un, Brittany bölgesindeki tuz bataklıklarından elde edilen tuz (bu tuz apayrı bir yazı konusu olabilir), geleneksel odun ateşi ve elde yoğrulmuş ekşimayalı hamur, ekmeğin bu kadar lezzetli olmasındaki en önemli faktörler.

Bu ekmek, gurmelerin en gözde ekmeğidir desek yanlış olmaz zaten bu nedenle Lionel Poilane ekmek gibi temel bir besin maddesini global bir ürüne dönüştürebilmiş. Bu arada Poilaneler aslında iki kardeşler. Lionel Poilane’in kardeşi Max Poilane’in de Paris’te üç dükkanı var ve o da muhteşem ekmekler yapıyor. Her ne kadar Paris dışında ün salmış olan Lionel Poilane olsa da gurmeler arasında hangi ekmeğin daha leziz olduğu süregelen bir tartışma konusu. Her iki ekmeği de denemiş biri olarak bana gore aralarında çok dramatik bir fark yok.

Kahvaltı sonrası yapılacak uzun bir yürüyüş sonunda pillerinizi şarj etmek için tatlı bir şeyler yemek şart. Açıkçası tatlı yemek için onlarca bahane uydurabilirim ama en fazla kullandığım bu. Mola vermeye karar verdikten sonra geriye kalan tek şey bulunduğunuz bölgeye göre farklı lezzet duraklarından birini seçmek.

Paris’in en eski pastanesiyle başlayalım isterseniz, Stohrer’den. Sürpriz olmayacak ama kurucusu Stohrer adında zamanının önünde giden, yenilikçi bir şef; kraliyet ailesi ve Paris aristokrasisine türlü çeşit tatlılar yaparak adını duyurmuş. Limon ve bademli kekinden (Bombes Amandes) gelen badem kokusuyla aklınızı çelen, caramel ve armut köpüğüyle de size etkisiz hale getiren bu mekanın kurucusu ünlü Rum Baba tatlısının da kaşifi. 1800’lerden kalma şık tavanıyla bir pastaneden çok büyük bir mücevher kutusuna girmişsiniz hissi veriyor Stohrer.

Lenotre Paris’in farklı bölgelerinde oldukça fazla sayıda şubesi olan bir diğer tatlı durağı. Burası da ağzına kadar leziz kek, çikolata, karamel, kruvasan, ve briyoşlarla dolu. Zor olan ne yiyeceğinize karar vermek. Benim favorim üzümlü rulolar ama yumuşacık briyoşların tadına bakmadan giderseniz arkanızdan ağlar. Daha doğrusu sonrasında siz pişman olup arkasından ağlarsınız. Menekşe rengi tenteleri olan, güzel bir dükkan görürseniz yüksek ihtimalle bir Lenotre şubesine yaklaştınız demektir, hemen dalın içeri.

Laduree, Paris’teki tatlı turun bir başka durağı. Burasının o kadar hoş bir havası var ki kendinizi zaman makinesinde geriye gitmiş gibi hissettiriyor kapıdan girer girmez. Romantik duvar resimleri, üstü siyah mermer kaplı küçük masalar, yaldızlı süslemeleri olan duvar panelleri gibi pek çok ayrıntı bu mekanın çekiciliğini daha da artırıyor.

Laduree, günün her saati ağzına kadar dolu olduğundan masa bulmak da, uzun turist kuyruğunda bekleyip tatlınızı paket olarak almak da aynı ölçüde sabır istiyor. Ama benim tavsiyem bu zarif mekanın tadını doya doya çıkarmak için çay salonunda oturmanız.

Bir fincan aromalı çayın yanında salgılarınızı artıracak bir fraisier (çilek ve krema içeren bir tür kek) ya da karamelize elma ve tereyağının iç içe geçmiş muhteşem tadıyla bir parça tart tatine hayır diyebileceğinizi zannetmiyorum. İşin güzel yanı yakın zamanda Laduree’nin bir şubesinin de İstanbul’a açılacak olması, hala inanamasam da gayet güvenilir bir kaynakta okudum bu haberi. Daha ne isterim!

Şimdi bahsedeğim yer, tesadüfen önünden geçerseniz girmeniz için değil, icabında yolunuzu çevirerek gitmenizi önereceğim bir nokta. Paris’e gelmiş, tatlı seven ve bu konulara, özellikle de makarona ilgisi olan herkesin muhakkak ziyaret etmesi gereken bir lezzet mabedi. Daha önce yediğim tüm makaronları bir hamlede silen bir yerden bahsediyorum; Pierre Herme’nin dükkanından.

Pierre Herme konu makaron olduğunda daha çok bir moda tasarımcısı gibi düşünülebilir. Her sezon, yeni aromalar ve akla gelmeyen tat kombinasyonlarına sahip makaronlarını ilk tanıttığında Paris ahalisini kapısının önünde ip gibi sıraya dizen bir şef sözünü ettiğim. Bu sefer beni en çok etkileyen yaseminli makaronlarıydı. İlk ısırışta yasemin kokulu yaz akşamı havasını damağınıza taşıyan bir güzellik. Anlatması zor gerçekten, denemek gerek.

Sadaharu Aoki ise Paris’in tatlı sahnesindeki bir diğer etkileyeci ve ilham verici isim. Japon mutfak kültüründe sık kullanılan siyah susam, yuzu (limonların Rolls-Royce’u desem kolayca anlatmış olurum sanırım, greyfurt ve limon arası bir tada sahip), matcha (yeşil çay tozu) gibi malzemelerle klasik Fransız pastacılığına ait örnekleri yorumlayan bir şef. Detaylara gösterdiği dikkat (tipik bir Japon davranışı) keklerin tasarımından, kullandığı ambalajlara kadar her noktada kendini belli ediyor.

Dükkandaki her tatlı küçük birer sanat eseri gibi. Bazıları o kadar güzel ki ilk ısırığı almadan önce bu güzelliği bozup bozmamak konusunda bir tereddüt yaşıyorsunuz. Bu arada ilk kez denediğim ama tadına bayıldığım Sadaharu Aoki’nin süt reçelinden de bahsetmeden geçmek istemem. İçinde gerçek vanilya parçacıklarını gördüğünüz bu kavanozdan kötü bir şey çıkmasını beklemek saflık olurdu zaten.

Bunlar benim Paris’teki tatlı duraklarımdan öne çıkanlar ama emin olun bu şehrin pek çok yerinde rastlayacağınız yiyeceklerin çoğu gerçekten çok lezzetli. Galiba Paris’i bu yüzden bu kadar seviyorum. Eğer yolunuz düşerse her şeyinizi unutsanız bile buraya iştahınızı getirmeyi unutmayın ve kendinizi muhteşem pasta ve tatlıların dünyasında kaybedin, yeniden bulduğunuzda da sakın ha tartılmayın.

, , , , , , , , , ,

  1. #1 by Ebru - September 3rd, 2010 at 04:23

    Kendimi bir an Paris’de hissettim. Anlatım da, fotoğraflar da bir harika. Teşekkürler Özhan bu güzel post için..

  2. #2 by Ozhan - September 3rd, 2010 at 09:47

    Çok teşekkürler Ebru. En az iki yazılık daha malzeme var Paris’le ilgili, araya bir kaç yeni tarif koyduktan sonra devam edeceğiz kaldığımız yerden.

  3. #3 by Orkun - September 3rd, 2010 at 10:23

    Sayende bahsettiğin yerlerden üçüne gitmiştim :) Teşekkürler…;)

  4. #4 by Selma – DUSBAHCESI - September 4th, 2010 at 17:51

    Harika bir yazi olmus, buyuk zevkle okudum. Fotograflarda cok guzel.

  5. #5 by Ozhan - September 4th, 2010 at 21:50

    Selma, beğenmene çok sevindim. Seyahatlerle ilgili fotoğraf ve yazılara daha sık yer vereceğim bundan sonra.

    Orkun, sen önerileri kaynağından aldığın için blogu takip edenlerden bir adım öndesin, o kadar da fark olsun artık :)

  6. #6 by zarpandit - September 9th, 2010 at 09:20

    iyi bayramlar diyeceğim ama şuan benim bayramım kutlanmış gibi hissediyorum :)
    Dediğin gibi ekmekçilik ve pastacılık konusunda bu derece önde olan bir merkezin lezzetlerini tatmadan dönmek olmaz..Kendi oluşturduğum listem harici birkaç mekan daha buldum listeye ekledim çok çok çok teşekkürler :)
    ayrıca;
    Laduree gelsin süper lakin fluer de sel getirsin :)
    japon arkadaşın süt reçeli bildiğimiz condensed milkin vanilyası gibi duruyor yanlışmıyım ?

  7. #7 by Melek - September 9th, 2010 at 22:29

    Bir an kendimi Paris sokaklarında geziyormuş gibi hissettim.Zevkle okudum.Teşekkürler

  8. #8 by Ozhan - September 15th, 2010 at 16:54

    Teşekkürler Melek, böyle hissetmen çok hoş gerçekten.

    Zarpandit, liste yapmak kesinlikle iyi bir fikir aksi halde dağılıyor insan gezerken. Bu arada, Süt reçeli aslında yoğunlaştırılmış süt değil ama yoğunlaştırılmış sütten de yapılabilen dulce de leche isimli tatlıyla çok benzer gerçekten. Dulce de leche’ye vanilya konmuyor ama süt reçeline vanilya muhakkak ekleniyor, güzel de oluyor.

  9. #9 by Selma – DUSBAHCESI - September 17th, 2010 at 11:53

    Ozhan nerelerdesin? Yeni tarif / yazi bekliyorum…..

  10. #10 by Ozhan - September 23rd, 2010 at 00:05

    Selma merak etme, döndüm, buradayım. Araya bir tatil bir de hastalık girdi ama yeni yazı bu gece yayında olacak.

  11. #11 by dilşat - November 28th, 2010 at 01:03

    çok güzel bilgiler edindim ve resimler süper ama sizden birşey daha istiyicem birazda parisin kenidni tanıtan bilgiler veirriseiz çok seviniirm meslaa louvre müzesi alışveriş merkezleri vb :D

  12. #12 by Ozhan - November 28th, 2010 at 22:50

    Dilşat, çok teşekkürler bu güzel yorum için. Paris’le ilgili daha fazla şey paylaşmak isterim elbette ama temelde daha çok yemekle bağlantılı şeyler koymaya çalışıyorum bloga. Yine de önerini aklımın bir köşesine yazıyorum, arada başka şeylere de değineceğim ileride.

  13. #13 by dilşat - February 14th, 2011 at 20:21

    tm çok saolun :) )

(Sitede Yayınlanmayacak.)
  • Önceki Yazılar

    • Kestane-Rom Kremalı Rulo

    • Pancar Çorbası

    • Yeni Yıl Marshmallowları

    • Bir haftasonu kaçamağı: Alaçatı

    • Sebze Suyu

    • Kışa Veda Tartı

    • Mürver Çiçeği Kremalı Balkabaklı Whoopie Pay

    • Mimolet Peynirli ve Pestolu Krep

    • Paris’te Yemek Pişirmek

    • Muskatlı Patates Mücverleri Arasında Sote Edilmiş Pazı yaprakları

    • Zencefil ve Yeşil Elmalı Yeni Yıl Makaronları

    • Kağıtta Sebzeli Deniz Levreği

    • Güzel Haber!

    • Paris’te Yemek

    • Böğürtlen ve Zencefilli Sorbe